Sırtüstü yüzmek
- Cansu Mat
- 3 Eyl 2020
- 1 dakikada okunur
Eylül ayı geldiğini hissettiriyor, artık güneş batarken denizden çıktığımda üşüyorum. Limonatanın yerini kahve aldı mesela. Kaz dağlarından kaynak suyu doldurmayı, civar köylerden alışveriş yapmayı, sabahları alarm kurmadan uyanmayı, patikada yürümeyi, gün düşerken telaşsız yüzmeyi o kadar benimsedim ki, şehir hayatına dönmek zor geliyor. Oysa, geçen sefer buraya geldiğimde açıklarda yüzmek bile anksiyetemi tetikliyordu, bazen anı yaşamak sanıldığı kadar kolay bir iş değildi benim için. Hayatınızda size iyi gelmeyen şeyleri keşfedip onlarla olan ilişkinizi sürdürmemeye karar verdiğinizde anksiyete de kendisine başka bir yer arıyor. Mesela geçen sefer kalbimin tam üstündeydi, sonra midemde, şimdi ise sadece eski bir dost gibi düşüncelerimde. Biraz denize açıldıktan sonra sırtüstü uzanıp suyun kulağımı doldurmasına izin verdiğimde tek duyduğum anne karnındakine benzer sesler. Karşımda ucu bucağı olmayan parlak mavi gökyüzü, hafif kafamı kaldırıyorum karşımda uzayan İda ve ağaçlar. Sanki o an evrende tek başıma oluveriyorum. Sonra hafif hafif kollarımla kendimi çekmeye başlıyorum. Benim ilacım bu oldu. Kitabı okuduğum halde Özge söyleyene kadar Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi’nde böyle bir bölüm olduğunu unutmuştum: Sırtüstü yüzmek.
“Denize girdim, dün; sonra bu sabah. Sırtüstü bırakıverdim kendimi bir aşığın kollarında kaybolur gibi. Gözlerimi kapattım güneşin yansımasına. Göz kapaklarımın içi önce sarı-turuncu sonra yeşil-mavi. Görmediğim ama hissettiğim sonsuzluğa attım kulaçlarımı. Nereye gittiğimi bilmeden ama sezerek. Ben de aşık oldum bir zaman. Birilerine, bir yerlerde. Sonra ben de aşk oldum.”
Comments